Ruhumun Mücevheri: Veda Beşgül'ün Kaleminden Dökülenler
Son vuruşuyla kalakaldığımda, elimdeki kitap artık yalnızca bir nesne olmaktan çıkmış, ruhumun mücevheri olmuştu. Onu içime taktım; bir yüzük gibi, bir dua gibi, bir yara gibi. Veda Beşgül’ün kelimeleriyle tanışmak böyle bir şeydi: Sadece okumuyorsun, yaşıyorsun. Hikâyenin içinde yürürken adımlarını duyuyorsun ama nereye gittiğini sanrılar örüyor. Çünkü o, okuru parmaklarının ucunda gezdiren, gözünün içine baka baka saklambaç oynayan bir yazar. Ve sen, son sayfayı çevirdiğinde bir “aaa” yankılanıyor içinde… Fark edemediğin her şey, birden gözlerinin önünde gülümsüyor. O an, hissediyorsun: Yazar, seni kandırmamış; sadece biraz eğlenmiş, biraz da büyütmüş içinde merakı.
“Kusurun En Sevdiğim”deki Gültel’in kırık aynasında kendini ararken, “Karayel”deki Radial’le birlikte içindeki suskunluğu konuşturuyorsun. Her iki kitap da yalnız karakterlerin değil, kelimelerin de ses bulduğu bir yer. Öykülerin arasında dolaşırken, birer iz değil, birer yankı bırakıyor Beşgül’ün cümleleri; seni bir yere götürmüyor, sende bir şey uyandırıyor.
İşte bu yüzden… Röportaj yapma arzum sadece bir gazeteci merakı değil. Bu, okurun yazarına teşekkür etme şekli. Sorularla değil, hislerle başlamak istedim. Çünkü bazı yazarlar vardır, röportajı siz yapmazsınız; kelimeleri çoktan sizinle konuşmuştur.
Şimdi sizi, kalemiyle iz bırakan bir kadının, Veda Beşgül’ün dünyasına davet ediyorum.
Zamanın çığlığına kulak veren, kelimeleriyle yara sarıp sessizlikleri konuşmaya dönüştüren bir kadın: Veda Beşgül. Emekli bir polis memuru olan Beşgül, artık kalemiyle devriye geziyor; bu kez insanın iç coğrafyasında, kadınlığın, acının ve direnişin izinde…

Onun hikâyesi, hayatı gözlemlemekle kalmayıp, onu dönüştüren bir yazarın öyküsü. "Kusurun En Sevdiğim" adlı romanında Gültel, "Karayel" adlı öykü kitabında ise Radial adlı karakterlerle bize aynalar tutuyor. Her biri, toplumun görmezden geldiği gerçekleri usulca ama derinlemesine anlatıyor.
________________________________________
— Yazmaya ne zaman başladınız?
Aslında yazmak hep içimdeydi. Lise yıllarında ufak öyküler karalıyordum ama gerçek anlamda kalemle buluşmam, meslek hayatımın sonlarına doğru oldu. Emekliliğe birkaç yıl kala içimde birikenler kendine yol aramaya başladı. Sanki yıllarca susturduğum ses, sonunda kelimelere dönüştü.
— Polislikten yazarlığa geçiş… Bu iki kimliği nasıl tanımlarsınız?
Polislik bana insanı, özellikle de kadının yaşadığı derin yaraları çok yakından gösterdi. Şiddet, yoksunluk, kayıp, hayal kırıklığı… Tüm bunları sadece görmekle kalmadım, içimde de taşıdım. Kalemi elime aldığımda fark ettim ki, ben yazarken yalnızca anlatmıyor, aynı zamanda tanıklık ediyordum.
Gültel ve Radial karakterleri nasıl doğdu?
Gültel, Kusurun En Sevdiğim romanımın ana karakteri… Bir insanın en kırılgan yerinde nasıl da güçlü kalabildiğini anlatıyor. Onun kusurları, aslında varoluşunun en anlamlı parçaları. Gültel tek bir kadına ait değil; o, tanıdığım birçok kadının ortak ruhudur. Belki biraz ben, biraz sen, biraz da aramızda hiç konuşulmayan kadınlık halleri...
Radial ise Karayel adlı öykü kitabımda doğdu. Radial’in iç sesi, hayatla kurduğu çatlaklı bağ, zamanla içimde büyüyen bir çocuğun fısıltısıydı. Ama onunla birlikte bir karakter daha vardı ki, yeri hep ayrı kaldı: Zalha.
Zalha isimli öyküm, liseli yıllarda temellerini attığım bir karakterdir. Onun hikâyesi yıllar içinde olgunlaştı, derinleşti. Zalha, çocukların ve kadınların suskunlukla örülen dünyasında bir haykırıştır. Onun sessizliği bile duyulmak ister, çünkü bu sessizlikte bir çığlık saklıdır.
— Kaleminizin lirik bir dili var. Bu bilinçli bir tercih mi?
Hayır, asla bilinçli bir tercih değildi. Kalemim, kalbimin attığı ritimde yazıyor. Belki de yıllarca disiplin içinde yaşamış biri olarak ilk kez duygularımı özgürce ifade edebildiğim bir alan oldu edebiyat. İçim nasıl konuşuyorsa, yazım da öyle akıyor.
— "Kusurun en sevdiğim" ifadesi çok dikkat çekici. Neyi ima ediyorsunuz bu başlıkla?
Hayatta herkes bir yönünü saklar, yetersiz görür, utanır. Oysa ben tam aksine inanıyorum: Kusurlar, insanın en özgün yanıdır. Gültel karakterinde bunu anlatmak istedim. Onun zayıf sanılan yönü, aslında hayata karşı duruşunun temelidir. Kusurlarımız, bazen en çok sevilmeyi hak eden taraflarımızdır.
— Yeni projeniz hakkında bilgi verir misiniz?
Şu an çok özel bir çalışmanın içindeyim. Kore Savaşı’na katılmış olan eşimin babasının savaş yıllarında ailesine yazdığı mektupları temel alan bir belgesel roman hazırlıyorum. Her satırında bir milletin acısı, bir kadının bekleyişi, bir babanın özlemi var. Ama itiraf etmeliyim, Gazze’de yaşanan trajediler yazma sürecimi duygusal olarak sekteye uğrattı. Kalemim yazmak yerine bir süre yas tuttu.

"Yazmak bazen sadece yazmak değildir." diyor Veda Beşgül. Kimi zaman bir dua gibi, kimi zaman susanların feryadı gibi kaleminden dökülenler… Onun edebiyatı, bir tür iç hesaplaşma, bir vicdan çağrısı ve en çok da kadınların ruhuna uzatılmış bir el gibi…
Gültel’de kendinizden bir parça bulursanız şaşırmayın. Radial’in suskunluğu içinize dokunursa, bilin ki o ses sizden geçmiştir. Çünkü Veda Beşgül, her okuruna bir ayna tutmayı görev edinmiş bir yazar.
Ve Sözcüklerin Ardından...
Her röportaj, bir buluşmadır. Ama bazıları, bir vedalaşma kadar zariftir. Çünkü karşınızda sadece bir yazar değil, kelimelerin kalbini duyan bir ruh vardır. Veda Beşgül’le yaptığımız bu söyleşi, edebiyatın yalnızca anlatmak değil, yaşatmak olduğuna dair bir hatırlatmaydı.
Onun cümleleri, bir çiçeğin sabırla açması gibi… Ne hızla soluyor, ne de zamana meydan okuma derdinde. Gültel’i tanıdık, Radyal’in acısını duyduk; ama aslında kendi iç sesimizle karşılaştık. Belki de edebiyatın en kadim büyüsü budur: Kendinden yola çıkıp, seni sana döndürmesi.
Bu satırlarda gizli olan şey, bir tür nezaket devrimidir. Kalemin sertleştiği, kelimelerin hoyratlaştığı bu çağda, Veda Beşgül gibi yazarlara ihtiyacımız var. Çünkü o, bir paragrafta duruşu, bir kelimede zarafeti, bir noktada evrensel bir sessizliği hatırlatıyor.
Bazı kitaplar gözle okunmaz; kalple görülür.
Bazı cümleler sesle duyulmaz; sezgiyle fısıldanır.
Bazı yazarlar vardır ki… okurunu susarak büyütür.
Ve işte o an gelir…
Yazarın bize yaptığı gibi, ben de bu yazıyı, tek bir cümleyle bırakıyorum üzerinize:
“Son vuruşuyla kalakaldığımda, elimdeki kitap ruhumun mücevheri olur ve ben onu takınıveririm.”

________________________________________
Yorum Yazın