Türkiye'nin Siyaset Sahnesindeki Derin Kutuplaşma

GÜNDEM (Haber Merkezi) - Edebiyat Magazin Gazetesi | 31.01.2024 - 13:23, Güncelleme: 31.01.2024 - 13:50 1334+ kez okundu.
 

Türkiye'nin Siyaset Sahnesindeki Derin Kutuplaşma

"Türkiye'nin Siyasi Bölünmüşlüğü: Toplumsal Dinamikler ve Seçim Tercihleri"
Haber: Erdal Bila Neden insanlar toplumsal çıkarları için bir araya gelemez hala aklım almıyor Seçip vekil yapan sensin çileyi çeken sensin seçtiğin vekilin önünde ayağa kalkan ceketini düğmeleyen yine sensin Artık tek söylenecek birşey kalıyor yuh yani diyorum ülke çökmüş içlerimiz kan ağlıyor hepimizin kavgası aynı ortak noktada buluşup mücadele verilmesi gerekirken biz Türk milleti hala yanlıştan dönmüyor bataklığın içine gömülmeye devam ediyoruz Sonumuz karanlık. SEÇİMLERDE sürekli ortaya çıkan bir gerçek var: Coğrafi ve toplumsal gelişmişlik göstergeleri; mesela eğitim, kentlileşme, girişimcilik gibi veriler yükseldikçe AK Parti’nin oy oranı azalıyor, bu göstergeler azaldıkça AK Parti’nin oyları artıyor.   Avrupa’ya işçi olarak giden Türklerin çok yüksek oranda AK Parti’ye, buna karşılık Amerika’ya öğrenci, işadamı, ve profesyonel olarak giden Türklerin çok yüksek oranda CHP’ye oy vermesi de benzer bir tabloyu yansıtıyor.   AŞAĞILAYICI BAKIŞLAR   Eğitimsiz kesimler AKP Parti’ye; okumuş, aydınlanmış kesimler muhalefete oy veriyor veya “milli ve yerli” kesimler AK parti’ye, kozmopolit, tuzu kuru kesimler muhalefete oy veriyor denilebilir mi? Diyenler çok ama bu ikisi de “sosyolojik” değil, “ötekileştirici” söylemlerdir. Kürt meselesi ayrı bir konu, “Üç Türkiye'den ikisi bu söylemlerle kavga ediyor. Hayat tarzları, tarihteki sembol ve kahramanları, seçtikleri marşları bile çok farklı, hatta zıt... Siyasi hayatımızdaki derin ve hastalıklı kutuplaşmanın temelinde bu bütünleşmemiş sosyo kültürel yapı var. Merhum  Prof. Ali Fuat Başgil, 27 Mayıs darbesi döneminde sıkıyönetime götürülüp ileri yaşında aşağılayıcı muamelelere maruz kalmasını şöyle yazmıştı: “Ya Rabbi! Biz niçin birbirimize bu kadar hor bakıyor ve vatandaş sevgisiyle muamele edemiyoruz? Niçin karşımızdakinin de hürmete layık insan olduğunu kabul etmiyoruz? Kendimizden başkasına niçin yabancı bir devlet casusu gözü ve şüphesiyle bakıyoruz?..” (Hatıra kırıntıları sf: 36) Yarım asırda kaç arpa boyu yol aldık?! Sadece güç dengesi değişti! Ortak insani davranışlar ve hukukun üstünlüğünde mutabakat gibi yüksek değerlerde henüz buluşamadığımız için “siyasi güç” ölçüsüz derecede belirleyici oluyor, bu yüzden de siyasi kavgalar öteden beri çok öfkeli.   DUVARLARI AŞMAK   Geri kalmış bir toplumda elbette nüfusun büyük kısmı okula gidememiş ve yoksul olacaktı ve bu onların suçu değildi. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Anadolu’da şehirler dışında “sabun” kullanılmıyordu; yoksulluktan. Elbette ki bu insanlar kendilerine tepeden bakanlara değil, el uzatan, yol, okul, köprü, traktör, hastane ve iş getirmeye çalışanlara oy verecekti. Daha önemlisi, bu kesimlerin okul, hastane, yol ve iş talepleri kalkınmayı toplumsal dinamizme dönüştürdü. “İrticaya ödün” sanılan siyasi gelişmeler toplumsal modernleşmenin dinamizm kazanmasıydı; yani “merkez”le “kenar” arasındaki duvarların aşılması... Bu konuda Şerif Mardin, Kemal Karpat ve CHP’li Turan Güneş’le SHP’li Tevfik Çavdar’ı okumayı tavsiye ederim.     ‘TUZU KURU’ OLANLAR   TÜSİAD camiası kamu dışı milli gelirin yüzde 50’sini üretiyor, enerji hariç dış ticaretimizin yüzde 85’ini gerçekleştiriyor, kurumlar vergisinin yüzde 80’ini ödüyor. Abdülhamid’in, İttihatçıların ve Atatürk’ün amacı “girişimci sınıf” yetiştirmekti. İşte Anadolu’da da “...SİAD” lar oluşuyor. Daha da çoğalmaları ve güçlenmeleri lazım. Onların sağladığı sanayi ve ödediği vergi olmasaydı devlet Anadolu’ya nasıl kamu hizmeti götürebilirdi? “İki Türkiye”nin birbirine “öteki” diye bakması, hele de baktırılması ne kadar yanlış, değil mi? Artık tarihin uzun asırlarından gelen “merkez-kenar” kavgasının zamanı geçmedi mi? Birbirimize anlayışla bakarak demokrasi, hukuk devleti, yüksek katma değerli üretim gibi hedeflere odaklanmamızın zamanı geldi de geçiyor bile.       BİR FIKRA   Bir gün bir kilisenin kapısında iki dilenci peydah oluyor... Biri temiz pak nur yüzlü, diğeri pasaklı, karanlık suratlı, insanların yüzüne bakmaktan kaçındıkları cinsten... Temiz, pak olanın önünde bir yazı; "ben yoksul bir Hristiyanım, lütfen yardım edin." Karanlık suratlı olanın da önünde bir yazı var; "Bütün varlığını kumarda ve zinada kaybetmiş bir Yahudiyim. Paraya ihtiyacım var." Pazar ayininden çıkanların hepsi, öfkeyle Yahudi dilencinin önünden geçip, nur yüzlü Hristiyan dilenciye sadaka veriyorlar... Haftalarca böyle sürüp gidiyor bu iş... Sonunda papaz Yahudi dilenciye acıyor, yanına yaklaşıp diyor ki; "Bak, haftalardır avuç açıyorsun burada, tek kuruş sadaka toplayabilmiş değilsin. Seni gören hiddetleniyor, parayı diğer dilenciye veriyor. Şu önündeki yazıyı kaldırsan, Yahudi olduğunu söylemesen, kumarı ve zinayı falan işe karıştırmasan, üç beş de sen kazanırsın, karnın doyar." Yahudi dilenci gülümsüyor, diğer dilenciye dönüp şöyle diyor; "İşittin mi Salomon? Papaz bize ticaret öğretiyor"... Yani, ilk bakışta bize taban tabana zıt gelen seçenekler arasında, hayal bile edemediğiniz bağlar olabilir... Siyaset de böyle olmuş. İçerideki pazarlıkları bilmeden bizler saf düşüncelerle vatan millet derdindeyiz.  “Siyasetçiler ve bebek bezleri sık sık değiştirilmeli, aynı sebeple!” (Mark Twain)
"Türkiye'nin Siyasi Bölünmüşlüğü: Toplumsal Dinamikler ve Seçim Tercihleri"

Haber: Erdal Bila

Neden insanlar toplumsal çıkarları için bir araya gelemez hala aklım almıyor Seçip vekil yapan sensin çileyi çeken sensin seçtiğin vekilin önünde ayağa kalkan ceketini düğmeleyen yine sensin

Artık tek söylenecek birşey kalıyor yuh yani diyorum ülke çökmüş içlerimiz kan ağlıyor hepimizin kavgası aynı ortak noktada buluşup mücadele verilmesi gerekirken biz Türk milleti hala yanlıştan dönmüyor bataklığın içine gömülmeye devam ediyoruz

Sonumuz karanlık.

SEÇİMLERDE sürekli ortaya çıkan bir gerçek var: Coğrafi ve toplumsal gelişmişlik göstergeleri; mesela eğitim, kentlileşme, girişimcilik gibi veriler yükseldikçe AK Parti’nin oy oranı azalıyor, bu göstergeler azaldıkça AK Parti’nin oyları artıyor.

 

Avrupa’ya işçi olarak giden Türklerin çok yüksek oranda AK Parti’ye, buna karşılık Amerika’ya öğrenci, işadamı, ve profesyonel olarak giden Türklerin çok yüksek oranda CHP’ye oy vermesi de benzer bir tabloyu yansıtıyor.

 

AŞAĞILAYICI BAKIŞLAR

 

Eğitimsiz kesimler AKP Parti’ye; okumuş, aydınlanmış kesimler muhalefete oy veriyor veya “milli ve yerli” kesimler AK parti’ye, kozmopolit, tuzu kuru kesimler muhalefete oy veriyor denilebilir mi?

Diyenler çok ama bu ikisi de “sosyolojik” değil, “ötekileştirici” söylemlerdir.

Kürt meselesi ayrı bir konu, “Üç Türkiye'den ikisi bu söylemlerle kavga ediyor.

Hayat tarzları, tarihteki sembol ve kahramanları, seçtikleri marşları bile çok farklı, hatta zıt...

Siyasi hayatımızdaki derin ve hastalıklı kutuplaşmanın temelinde bu bütünleşmemiş sosyo kültürel yapı var.

Merhum  Prof. Ali Fuat Başgil, 27 Mayıs darbesi döneminde sıkıyönetime götürülüp ileri yaşında aşağılayıcı muamelelere maruz kalmasını şöyle yazmıştı:

“Ya Rabbi! Biz niçin birbirimize bu kadar hor bakıyor ve vatandaş sevgisiyle muamele edemiyoruz? Niçin karşımızdakinin de hürmete layık insan olduğunu kabul etmiyoruz? Kendimizden başkasına niçin yabancı bir devlet casusu gözü ve şüphesiyle bakıyoruz?..” (Hatıra kırıntıları sf: 36)

Yarım asırda kaç arpa boyu yol aldık?!

Sadece güç dengesi değişti!

Ortak insani davranışlar ve hukukun üstünlüğünde mutabakat gibi yüksek değerlerde henüz buluşamadığımız için “siyasi güç” ölçüsüz derecede belirleyici oluyor, bu yüzden de siyasi kavgalar öteden beri çok öfkeli.

 

DUVARLARI AŞMAK

 

Geri kalmış bir toplumda elbette nüfusun büyük kısmı okula gidememiş ve yoksul olacaktı ve bu onların suçu değildi.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Anadolu’da şehirler dışında “sabun” kullanılmıyordu; yoksulluktan.

Elbette ki bu insanlar kendilerine tepeden bakanlara değil, el uzatan, yol, okul, köprü, traktör, hastane ve iş getirmeye çalışanlara oy verecekti.

Daha önemlisi, bu kesimlerin okul, hastane, yol ve iş talepleri kalkınmayı toplumsal dinamizme dönüştürdü.

“İrticaya ödün” sanılan siyasi gelişmeler toplumsal modernleşmenin dinamizm kazanmasıydı; yani “merkez”le “kenar” arasındaki duvarların aşılması...

Bu konuda Şerif Mardin, Kemal Karpat ve CHP’li Turan Güneş’le SHP’li Tevfik Çavdar’ı okumayı tavsiye ederim.

 

 

TUZU KURU’ OLANLAR

 

TÜSİAD camiası kamu dışı milli gelirin yüzde 50’sini üretiyor, enerji hariç dış ticaretimizin yüzde 85’ini gerçekleştiriyor, kurumlar vergisinin yüzde 80’ini ödüyor.

Abdülhamid’in, İttihatçıların ve Atatürk’ün amacı “girişimci sınıf” yetiştirmekti.

İşte Anadolu’da da “...SİAD” lar oluşuyor.

Daha da çoğalmaları ve güçlenmeleri lazım. Onların sağladığı sanayi ve ödediği vergi olmasaydı devlet Anadolu’ya nasıl kamu hizmeti götürebilirdi?

“İki Türkiye”nin birbirine “öteki” diye bakması, hele de baktırılması ne kadar yanlış, değil mi? Artık tarihin uzun asırlarından gelen “merkez-kenar” kavgasının zamanı geçmedi mi?

Birbirimize anlayışla bakarak demokrasi, hukuk devleti, yüksek katma değerli üretim gibi hedeflere odaklanmamızın zamanı geldi de geçiyor bile.

 

 

 

BİR FIKRA

 

Bir gün bir kilisenin kapısında iki dilenci peydah oluyor...

Biri temiz pak nur yüzlü, diğeri pasaklı, karanlık suratlı, insanların yüzüne bakmaktan kaçındıkları cinsten...

Temiz, pak olanın önünde bir yazı; "ben yoksul bir Hristiyanım, lütfen yardım edin."

Karanlık suratlı olanın da önünde bir yazı var; "Bütün varlığını kumarda ve zinada kaybetmiş bir Yahudiyim. Paraya ihtiyacım var."

Pazar ayininden çıkanların hepsi, öfkeyle Yahudi dilencinin önünden geçip, nur yüzlü Hristiyan dilenciye sadaka veriyorlar...

Haftalarca böyle sürüp gidiyor bu iş...

Sonunda papaz Yahudi dilenciye acıyor, yanına yaklaşıp diyor ki;

"Bak, haftalardır avuç açıyorsun burada, tek kuruş sadaka toplayabilmiş değilsin. Seni gören hiddetleniyor, parayı diğer dilenciye veriyor. Şu önündeki yazıyı kaldırsan, Yahudi olduğunu söylemesen, kumarı ve zinayı falan işe karıştırmasan, üç beş de sen kazanırsın, karnın doyar."

Yahudi dilenci gülümsüyor, diğer dilenciye dönüp şöyle diyor; "İşittin mi Salomon? Papaz bize ticaret öğretiyor"...

Yani, ilk bakışta bize taban tabana zıt gelen seçenekler arasında, hayal bile edemediğiniz bağlar olabilir... Siyaset de böyle olmuş. İçerideki pazarlıkları bilmeden bizler saf düşüncelerle vatan millet derdindeyiz.

 “Siyasetçiler ve bebek bezleri sık sık değiştirilmeli, aynı sebeple!”

(Mark Twain)

Balıkesir HABERİ

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (1 )

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve e-magazin.tv sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sare
(02.02.2024 09:02 - #348)
Fıkra gerçekten bu günü anlatıyor.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve e-magazin.tv sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.