Bugün yaşadığım bir anıyı sizlerle paylaşmak istiyorum. Ben Güven Albayrak, Edebiyat Magazin Gazetesi yazarıyım. Kadim dostum Bekir Fidan ile Üsküdar Belediyesi'nde buluşup vakit geçirecektik. Bekir, mali müşavir, emekli ve gazetenin köşe yazarıdır.
Çavuşdere Caddesi'nde, Çengelköy Börekçisi'nin yanındaki nostaljik kafede çay içerek başladık günümüze. Eski dostlarla oturmanın verdiği huzurla, ordan çıkıp eski Üsküdar Belediye binasındaki antikacıları gezdik. Soluğu çarşının karşısındaki Uncular Caddesi'nde aldık. Sohbet ederken Bekir, saleplerin pahalı olmasından bahsediyordu ki bir salep kazanı görünce içeri girdik. Nostaljik bir kafe, sandalyelerine bir insan zor oturur. İçerisi kalabalıktı, sırtımı duvara verecek yer ararken üç kişilik masada tek oturan bir genç gördüm. Ona dönerek, "Kardeşim, kusura bakma, fiziki rahatsızlığımdan dolayı buraya ben oturabilir miyim? Masayı paylaşalım," dedim. Genç, "Buyurun oturun," diyerek yerini bana verdi ve yana kaydı. Bekir şaşkın bir şekilde bakıyordu. "Otursana dostum," diyerek sandalyeyi gösterdim.
Kalabalıkta, personel adeta ruhlar aleminde boş gözlerle insanlara bakıyordu ama cevap vermiyorlardı. Bir ara korktum, başka bir evrene mi geçtik diye endişelendim. Minyon tipli, kocaman gözlüklü, kapalı giyimli bir kıza sesli bir şekilde, "Lütfen, bakar mısınız? Bizim masaya bakacak mısınız?" dedim. Zoraki bir tebessümle yüzüme bakıp 2 salep siparişimizi alarak gitti. Anlamsızca etrafı süzerken masasına oturduğumuz genç bana dönerek, "Burada oturmalık değil, içsin çıksın, sanki elimizde alıp çıkacağız küçücük sandalyeler, sanki öğrenci kantini," dedi. Karadenizli şivesiyle konuşması bizi gülümsetti.
Karadeniz insanı, misafirperverliğiyle tanınır. Kapısını çalan her misafiri, büyük bir içtenlikle ve samimiyetle ağırlar. Sofrasındaki ekmeği, tabağındaki yemeği, hiç tereddüt etmeden paylaşır. Dost canlısıdır; dostlukları sağlam ve köklüdür. Bir defa dost bildi mi, o dostluk ömür boyu sürer. İnsan ilişkilerinde dürüstlüğü ve sadakati esas alır. Bir dostunun zor anında yanında olmayı, sorunlarına çözüm aramayı bilir. Denizin ve dağların çetin şartlarına karşı birlikte mücadele etmenin bir getirisi olarak, paylaşmanın ve yardımlaşmanın değerini derinlemesine kavramışlardır. Bu yüzden, Kasım ayının ayazında, yağmurlu bir günde karşımıza Karadeniz'in o has insanı çıktı.

Sohbetimiz ilerledikçe yeni arkadaşımızın adının Abdulkadir Yurtkuran olduğunu öğrendik. 34 yaşında, Zonguldak Ereğli'de ağabeyleriyle oto galericilik ve meyve sebze kabzımalcılık yapıyormuş. Sandalyeler rahatsız olunca kalkmak istedim. "Haydi, hep beraber Fatma ablanın mekanına gidelim," dedim. Gençliğinin verdiği atiklikle hesabı ödediğini öğrendim. Birlikte Üsküdar metrosunun yan sokağındaki Fatma ablaya gittik. Ortam tam bir ev mutfağı gibiydi. Fatma abla, yemekleri sıraladı. Misafirimiz, "Tam benlik," diyerek kara lahana çorbası ve mısır ekmeği istedi. Biz de hamsi tava ve mısır ekmeği tercih ettik. Fatma abla sohbete dahil oldu, mali müşavir dostum Bekir ise şaşkın bir şekilde bizi izliyordu.
Çaylarımızı başka bir yerde içmek üzere kalktık. Lazoğli (yani Abdulkadir) hep bize kalkan oluşturuyordu. Kapıya çıkınca Bekir'in memnuniyetsiz halinden hesabı yine Lazoğli'nin ödediğini anladım. "Dur dostum, bu sefer hesap bizde," dedim ve bir üst sokakta kahveciye girdik. Yerleştik, sohbet derinleşti, telefon numaraları alındı, resimler çekildi. Çaylarımızı içtikten sonra edebiyat sohbetine geçtik.
Bekir WC diyerek kalktı. Saat 12’de buluşmuştuk, saat 17:40'ı gösteriyordu. Müsaade isteyip kalktık, bu sefer biz ters köşe yaptık, hesabı dostum Bekir ödedi.
Helalleştik ve hasbihalle kalktık. Aklımda kalan, eski dostlar, eski sohbetler, eski saygılı insanlar oldu. İki olgun insan olarak, 34 yaşındaki genç bir insanın Zonguldak Ereğli'den gelip bizlere dostluğun, saygının, samimiyetin halen kaybolmadığını, insan olmanın ve iyiliğin devam ettiğini yaşatması muazzam bir deneyimdi. Dostum Bekir’in önce temkinli yaklaşıp, sonra doyumsuz sohbete girmesi inanılmazdı.
İnsanlığa dair umutlarım halen var ve devam ediyor.

Yorum Yazın