Dijital çağın hızına kapıldığımız bugünlerde, dostlukların ve dertleşmelerin sıcak satırlara döküldüğü o eski mektuplar, adeta birer hatıra defteri gibi, bize geçmişten göz kırpıyor. Ümit Somyürek'in kaleminden çıkan bu dost mektubu, mektuplaşmanın unutulmuş naif ruhunu yeniden hatırlatıyor. Kağıda dökülmüş her kelimede içsel yolculuğa çıkan bir dostun özlemi, edebi bir nostalji olarak yüreğimize dokunuyor.
Yine kafam karıştı; biliyorsun böyle zamanlarda hep senin yanında bulurum kendimi. Fikirlerimiz her zaman uyuşmasa da en çok sana güvenirim, bilirsin. Her ormanda kayboluşumda sana koşarım yolumu bulmak için. Ukala biriyim, bunu kabul ediyorum. Her dediğine hemen "doğru" diyemem; işte bu da benim insan tarafım. Yine de, bu yanımı hep hoş gördüğün için minnettarım. Beni anlamaya çalışan, önümdeki en iyi yolu bana gösteren sen oldun. Seni o kadar seviyorum ki, bak hâlâ derdime gelemedim. Seninle bazen dövüşmek de, sevişmek gibi ruhuma haz veriyor. Beni öfkelendireceğini bilsen bile kendi doğrundan asla vazgeçmiyorsun. Bu kadar övgü yeter, herhalde gıdanı aldın. Şimdi gelelim asıl derdime…
Dün bizim ihtiyarın yanına gittim. Hani derler ya "gitmez olaydım" diye… İşte, tam da öyle. Gitmesem mi daha iyiydi, yoksa iyi ki gitmiş miyim? Bilemiyorum. İhtiyardan bir tek fiziksel dayak yemediğim kaldı; diliyle evirdi, çevirdi, dövdü beni. Bekle, hemen "Yaşlıdır, haklıdır," deyip taraf tutma, sabret biraz. Bak, bana neler söyledi: "Beni bu hapishaneye koydunuz, ne arayıp ne soruyorsunuz. Bu insan aç mı, tok mu, sağ mı, hasta mı diye sorduğunuz yok. Ne suç işledim de beni bu hapishaneye layık gördünüz? Mahkemede bile suçlunun suçunu yüzüne söylerler.”
Daha bitmedi… Neler söyledi neler! Dinle de bana hak ver. Gerçi, senin bu sabırsız hâlini sevmiyorum, bilesin. Kaç yaşında mı? Seksen beşi geçti, sanırım… Yani, en olgun yaşında. Şimdi, benim beş yaşımla ne alakası var konunun? O da beş yaşında mı sayılır? Seni anlamakta zorlanıyorum. Yani, sen bu yaştaki bir insanla beş yaşındaki çocuğun tepkilerini bir mi tutuyorsun? İyi ama… Ağzından çıkanı kulağı duymuyor, “Bu gidişle benim katilim olacaksınız,” diyor. Şimdi ben kendi kendimi mi sorgulayayım? Beş yaşımdayken ağzımdan çıkanı kulağım duyuyor muydu, nasıl hatırlayayım? Güldürme beni. Kaçamak yapmıyorum inan; tamam, çocuklarımın beş yaşındaki hâllerini hatırlıyorum, haklısın. Küfür bile ediyorlardı ara sıra. Peki ama, ben kaç defa teklif ettim, “Gel bizimle yaşa” diye, kabul etmedi. Rahat edemezmiş. Her gün telefonla arıyorum, haftada bir iki defa da yanına gidiyorum. Öyle bir şehirde yaşıyoruz ki bir semtinden öbürüne gitmek yarım gün, dönmek de bir yarım gün… “Hapishane” dediği ev koca Marmara’ya nazır; günde iki defa bir isteği var mı diye kapısı çalınıyor. Adaletli düşün biraz, lütfen. Haklısın, söylediklerim ona bir eş, evlat ya da torun sıcaklığı vermez, biliyorum. Ama ne yapabilirim? Onu yakınıma mı taşımalıyım? Evet, bu güzel bir çözüm olabilir. Yanı başımda olsa günde bir saat de olsa uğrarım yanına.
Biliyorum, bu dünya "etme bulma dünyası." Hep başkaları için kullanırdık bu sözü; meğer bir gün bize de lazım olacakmış. Sevgili Meçhule, iyi ki varsın. Beni yine en doğru yola sen çıkardın. Seni çok seviyorum.
09 Kasım 2018
Ümit Somyürek
Yorum Yazın