Gülşen, Öztürk ailesinin çalışkan şirin, güzel kızıydı. Altı yaşında başlamıştı ilkokula, bu yıl ortaokul ikiye gidiyordu. Hayat doluydu. Gittiği her yere mutluluk onunla beraber gelirdi. Arkadaşları o olma-yınca oynadıkları oyundan zevk almadıklarına söylerlerdi. Öğretmenleri de bir başka severlerdi onu. Çok zaman öğretmenler odasında ona meslek yakıştırması yapılırdı. Bir öğretmeni hocalığa, diğeri doktorluğa, bir başkası avukatlığa layık bulurdu onu. Henüz ikinci sınıfın başlarında okulun en popüler öğrencisiydi Öztürk ailesinin güzel kızı. Annesi, dil bilimleri yüksekokulu mezunu Aynur Hanın Gülşen doğunca çalıştığı okuldan ayrılmış. ‘Kızımı büyütüp hayata hazırlayacağım’ hedefine kendini adamıştı. Yine de boş duramamış, İstanbul’dan üç yayınevi ile anlaşarak yabancı kökenli romanların tercümesini yapmakta. Onlardan kazandığı paraları bankaya yatırıp, Gülşen’in tahsil hayatında kullanmayı planlamıştı. Maddi zorluklar içinde geçen tahsil hayatını hiç unutmamış. Canının cananına böyle bir tahsil hayatını layık görmemişti. O kızını, Gülşen yerine daha çok Canımın cananı diye çağırırdı. Annesi Gülşen demişse annem ya bana kızmış ya da canı bir şeye çok sıkılmış diye düşünür, koşar boynuna sarılır sebebini sorar, öğrenmeden odasına dönmezdi. İkinci bir çocuğa bile razı olmadı Aynur Hanım. Gücümüz bölünür, Gülşen’imi istediğimiz gibi yetiştiremeyiz diyerek Nuri beyi de ikna etmişti. Nuri Bey bir ihracat firmasında muhasebe müdürü olarak çalışmaktadır. O da kızına hayran bir babadır. Bu güne kadar bir dediğini ikiletmemişti. Bazen Aynur hanımın babası, annesi, Nuri Beye ‘oğlum Gülşen’i bizler de canımız kadar seviyoruz biliyorsun. Ama kız çocuğudur, bu kadar sınırsız yerine getirilmez istekleri. Yarın büyüyecek, elin oğlu isteklerini yerine getiremediğinde mutsuz olacak kız.’ Nuri Bey, ‘biz kızımızı her ortamın gereklerini yerine getirmeye donanımla yetiştiriyoruz merak etmeyin. Onunla yaptığımız konuşmaları, tartışmaları ben şirkette elli yaşındaki insanlarla yapamıyorum. Sonra hayatlarımızın bir garantisi mi var? Yarın ben ölsem, beni güzel anılarla ansın isterim. O benim dünyadaki en önemli amacım. Onu mutlu etmek benim öncelikli çabam olacak, nefesimin yettiği yere kadar... Şartlar ne sunacak hayatta ona bilemem... Yaşarken elimden geldiğince ona güzellikler armağan etmek istiyorum,’ diyerek her defasında kırmadan incitmeden onları sustururdu. Hafta sonları eşi ile kızına sürpriz eğlenceler, seyahat programları hazırlardı. Kızı ile babası arasında klasik baba kız aşkı yaşanıyordu. Bazı geceler Gülşen akustik gitarını alıp babasının yanına gelir. Kızının elinde gitarı görünce seyrettiği ne olursa olsun hemen televizyonu kapatır, yanındaki sandalyeyi ona hazırlar yanı başına oturturdu. Diğer yanına da annesi oturur meşk başlardı. Zilleri sökülmüş küçük tefle Nuri Bey ritim çalardı kızına. Konser batı müziği ile başlar sonra Türk Sanat en son halk ezgileri ile gece sonlandırılır. Gece sonunda aile zevkin Nirvana’sındadır. 5 Şubat Pazar yine müzikli, konserli neşe dolu bir geceydi. Gülşen, anne ve babası ile öpüşe koklaşa yatak odalarına dağıldılar. Akşamdan hazırladığı okul çantasını son bir kes gözden geçirdi. Gitarını duvardaki çivisine taktı. Minicik bir ışık yayan gece lambasını yakarak yatağına girdi. Mutlu yuvanın sakinleri, yeni bir haftayı karşılamak üzere uykuya daldılar.
Saat 04.17 şiddetli bir sarsıntı ile uyanır Ayla Hanım. “Nuri depreeemm!! Nuri kızımm!! Nuri Bey kendine gelir yataktan fırlar duvarlara çarpa çarpa Gülşen’in odasına koşarken yere yuvarlanır kalkar kızının kapısını zor açar. O sırada Gülşen yatağından yere düşmüştür. O da bağırıyor “Anneee!! ne oluyor!!? Elektrikler sönüyor. Nuri Bey kızının yerde olduğunu hayal meyal görmüştür sendeleyerek onun üzerine kapaklanıp kızını korumaya çalışırken yeni bir sert sarsıntı onu kızının yanına düşürüyor. Elleri ile ancak onun yüzünü örtebiliyor. Sarsıntı o kadar şiddetlidir kızına gereken korumayı bir türlü sağlayamaz. İçeriden Ayla “Aman Allah’ım bitmiyor ne zaman bitecek!!” diye bağırıyor. Nuri Bey şaşkın, “geçecek Ayla, geçecek Gülşen’im.” Demesi ile binaları büyük bir çatırtı kopararak arkaya mutfağa doğru yattı. Tavanın bir bölümü kopup üzerlerine geldi. Sonra sanki elenir gibi bir hareket yaptı binanın kolonları kirişleri indi üzerlerine Nuri Beyin bir kolu kolonla Gülşen’in arasına sıkışıp kalmıştı. Beline düşen başka bir beton kütlesi de nefes almasını zorluyordu. Boşta kalan eli ile üzerindeki betonu okşar gibi uzunluğunu takip etti. Betonun uzayan kısmı Gülşen in üzerindedir. Acıdan bayılmıştır Gülşen. Ayla, “Nuri kızıma bir şey olmasın ne olur kurtar onu!! Neden sesiniz çıkmıyor?!” “Biz iyiyiz sen nasılsın Ayla?” “Bilmiyorum Nuri bilmiyorum. Üzerimde bir ağırlık var ben alttayım gücüm yetmiyor itemiyorum. Karanlık kurtulup kızıma gelemiyorum. Doğru söyle ne olur kızım nasıl?” “Anne ben iyim vücudumun üzerinde benimde beton mu ne var ağır bir şey ama babam yanımda elbet kurtarır beni. Ama camlarda kırıldı sanki içerisi soğudu.” Nuri Bey, “Ayla telefonun yakınında mı?” “Komedinin üzerinde idi kayıp yere düşmedi ise.” “Yakınlarımızdan ulaşabildiğin birilerini arayabilsen.” Nuri Bey zor nefes alıyordu. “Nuri komedin yerinde yok, devrilmiş gitmiş. Telefona ulaşamadım.” “Benim yastığımın altına uzan benimki oradadır.” “Senin tarafına dönemiyorum. Üzerimdeki lanet ağırlık bırakmıyor Nuri.” “Tamam, gücünü harcama.” “Hava aydınlanınca elbet birileri gelir bizi kurtarmaya.” Gülşen zor duyulan bir sesle. “Baba kurtulamayacak mıyız yoksa?” “Elbette kurtulacağız kızım. Bir iki saate kurtarma ekipleri gelir. Ayla, “Nuri bu bina çok sağlam demiştin. Bak ne olduk?” “Konuşup enerjini harcama Ayla’çığım. Bizim binamız yıkılmadı. Yanımızdaki Namus apartmanı yıkıldı üzerimize. Ben öyle sanıyorum.” Gülşen’imi koruyorsun değil mi?” “Merak etme. Kızım annene iyim de sesini duysun.” Gülşen, küçücük bir sesle “anne iyiyim” dedi. Ayla “ne dediğini anlayamadım ama sesini duydum canım. Sen yaşa yeter ki.” Enerji kaybetmemek için birkaç saat konuşmadılar. Ayla Hanım Gülşen’i için devamlı dua okuyor gözyaşı döküyordu. Gülşen’in vücudu, üzerindeki ağırlığa alıştıkça gözlerini kapayıp bayılma ile uyku arası bir konuma geçiyor, şikâyet etmekten vaz geçip, şikâyetleri ile beraber yaşamayı başarmaya çalışıyor. Vücudu acıdan yorgun düşüyor kendinden geçiyor. Birkaç saat sonra tekrar uyanıyor. Kısık bir sesle, “sabah oldu mu acaba, kimse gelmedi mi baba biz kurtarmaya? Çok üşüyorum baba” “Henüz gelmedi mutlaka gelecek dayan kızım.” Nuri Bey sözünü bitirmişti yeni şiddetli bir deprem daha oldu. Üçünün de yapacağı bir şey yoktu üzerlerine yeni moloz parçaları düştü. Yeni yaralar uluştu vücutlarında. Başlarından aşağı kum toz yağıyordu. “Baba, yeniden deprem mi oldu? Nefes alamıyorum. Bütün arkadaşlarım okuldadır değil mi?” “Yok kimse okula gidememiştir kızım.” “Bu gün matematikten sınavımız vardı çokta iyi hazırlanmıştım.” Bir artçı deprem daha gelince odanın tavanının kalan bölümü de Nurşen’le babasının üzerine çöktü. Ve maalesef ikisinin de bir daha sesleri duyulmadı. Nurşen’in odasından gelen şiddetli gürültüyü duydu Ayla Hanım. Cesaret edip Nurşen’in odasına seslenemedi. ‘Ya sesleri gelmezse aklımı kaçırırım Allah’ım kızımı Allah’ım kızımı Allah’ım o daha çok küçük çok. Çok hayalleri var. Ya doktor ya öğretmen olacak. Ona bir şey olmasın ne olur. O benim canım o benim canımın canı.’ Ne söylediği anlaşılmıyor ama devamlı bir şeyler mırıldanıyordu. Sonra annesi babası geldi aklına ‘onların evleri hayli eski idi acaba yıkıldı mı? Her saatte iki deprem daha oluyor Abimlerin evi yeni, sağlamdır inşallah. Sağlam olsaydı şimdiye kadar bize gelir biz kurtarırdı. Belki bizim ev sağlamdır diye babamları kurtarmaya gitmiştirler. Birileri gelip Gülşen’imi kurtarsalar yaşamayı en çok o hak ediyor. Gün görmedi o, onun görecek günleri olmalı. Allah’ım kurtulsun o. Ayla Hanımın bir kolu yeni gelen artçı ile üzerindeki kolonun Nuri Beyin tarafına doğru hafif yer değiştirmesi ile bir kolu nispeten rahatlamıştı. Uzanıp yerde telefonunu araştırdı sonunda buldu. “Nuri buldum telefonu” diye bağırdı heyecanla. Hiçbir cevap gelmedi içeriden. Dikkatini çekmedi o an bütün dikkatini telefona vermişti. Tek eliyle abisini, babasını ve birkaç tanıdığını aramaya çalıştı. Telefonlar cevap vermedi. Abisine arkadaşlarına imdat mesajı yazıp gönderdi. Az sonra cevap var mı diye bakınca mesajlarının gitmediğini gördü. Yeniden yıkıldı Ayla Hanım. ‘Nuri’den de Gülşen’den de hiç ses yok onları kurtarmış olabilirler mi? Of delirdim her halde kurtarsalar duymaz mıyım? Ne kadar zaman geçti acaba? Kızım açlıktan susuzluktan ne haldedir? Neden telefondan hesap etmiyorum pazartesi sabahına yakın olmuştu deprem.’ Telefona baktı günlerden çarşambayı gösteriyordu. Şarj da bitmek üzeriydi. Mesajlar da gitmemiş. Telefondan ümidini kesiti… ‘üç gün olmuş kurtarmaya da kimse gelmedi. Beynimin içinde bir bulut dolaşıyor sanki. Tanrım, kıyamet mi koptu yoksa? Peki, ben neden yaşıyorum. Yok, kıyamet değil.’ “Gülşennn – Nuriiii ses verin Allah aşkına.” Diye bir çığlık kopardı ama çıkan sesi ancak kendi duyabildi. Enerjisi takati bitmişti sanki canı çekiliyordu vücudundan. Betondan kurtulmak için son bir gayret sarf etti. Nafile, vücudunda boşta kala elini dolaştırdı, bir bölümünü hiç hissetmiyordu. Artık dünyada tek amacı vardı, sadece kızını odasına kadar sürünerek de olsa gitmek.. Dünya gözü ile onu son bir defa olsun görmekti. Canlı ya da cansız vücuduna bir defa daha sarılarak doya doya öpmek sonra ne olacaksa olsa. Günlerdir ağlamaktan tuzlu gözyaşı artık gelmiyor, gözlerinin içine dolmuş olan kumlar yüzünden gözlerini açamıyordu. “Gülşen’im kızım Gülşen’im canım beni bırakıp gittin mi yoksa? Nuri kızımı kurtaramadın mı? Bir şey söyleyin ne olur. Çıldıracağım yoksa” Sonra sustu, bir gülümseme yansıdı yüzüne, Gülşen’in doğduğu günü hatırladı… Hemşirenin onu yatağına getirişini düşündü. Sonra bir, sonra ikinci yaşını, üflemeye gücünün yetmediği pastadaki mumlarını hatırladı. O günleri düşünmek ruhunda bir rahatlık sağladı sanki. İlkokula başladığı günü, bayram törenlerindeki okul gösterilerinde oynadığı roller söylediği şarkıları... Adım adım son gece ye geldi onun gitarı ile söylediği şarkıların sözlerini sıraladı peş peşe... Birden annesi babası geldi aklına, sonra abisi. Nuri’nin hiçbir yakını yok bu şehirde. Kimseye borcum var mıydı diye düşündü. Artık ümidi kesilmişti. Dışarısı çok soğuktu, üzerindeki yorgan olmasa bu kadar dayanamazdı. Artık hiçbir beklentisi kalmamıştı. Azrail’i henüz gelmemişti ama yolda olduğunun farkındaydı. “Gülşen’im gittiğimiz yerde buluşalım artık, gücüm bitti.” Vücudunun ısısı iyice düşmüştü acı yoruluyordu göz çukurlarındaki birer damla gözyaşı donmuştu. Son bir gayretle son gece söyledikleri bir Âşık Veysel türküsünün iki mısrasını tekrarladı. “Gözüm kalmadı cihanda/ Gelmez yola gidiyorum.” Sonra bir şeyler mırıldandı tek elini buz gibi olmuş yüzüne sürdü “Gülşen’im” dedi gözlerini açtı tekrar kapadı. Acı yorulmuştu artık. Derinden aldığı nefesi dünyaya iade etti ve tekrar almadı. Bütün vefat eden kardeşlerimiz Allah’ın rahmetine emanet olsunlar.
Ümit Şevki Somyürek 19 Mart 2023
Yorum Yazın