Yıllar önce Cassandra Geçidi adında bir film izlemiştim. İçinde hastalık bulaşmış insanların olduğu bir tren, havaya uçurulmuş bir çelik köprüye doğru hızla ilerliyordu. Eğer bir çözüm bulunamazsa, tren köprüden aşağı düşecekti. Ve maalesef düştü. Oldukça heyecanlı ve gerilim dolu bir filmdi. Peki, nereden hatırladım bu 70’lerin filmini? Türkiye trenini düşününce, zihnim beni böyle bir benzetmeye sürükledi. Bizim trenimizin de içi, çeşitli hastalıklarla dolu, hızla yıkılmış bir köprüye doğru ilerliyor. Nereden baksak ülkemiz hastalıklarla kaynıyor. Dışarıdan ithal edilen sorunlar bir kenarda dursun, çünkü onlar gelip geçicidir. Asıl sorun, son yirmi beş yılda bizde salgın haline gelen ve henüz ne aşısı ne de ilacı bulunan hastalıklar. Bu hastalıklar, ülkemizi ilaçsız bir şekilde sarmış durumda. Tek çaresi var: Nuh Tufanı.
Artık küçük bir zümre kaldı; geçmişte, kırk kanaat geçindiğimiz ama namuslu, vicdanlı, merhametli ve mutlu olduğumuz günleri özleyenler. Paranın her kapıyı açtığı, hırsızlığın neredeyse meşru sayıldığı, gaspla ve vurgunla dünya zenginler listesinde boy gösterenlerin saygın bireyler haline geldiği bir trenin içindeyiz. Para ve mevki, her türlü suçu işleme özgürlüğünü beraberinde getiriyor. Adalet sadece tabelalarda kaldı; kırk yıl hapis istemiyle dava açılanların ilk celsede tahliye edilmesi, hastalığın vücudumuzu tamamen sardığını göstermiyor mu? En büyük mahkememiz olan Anayasa Mahkemesi'nin bile itibarsızlaştırılması, dinimizin saf veya cahil bırakılan halkın kandırılmasında araç haline getirilmesi, çürümüşlüğümüzün net bir fotoğrafı değil midir? Vergi kaçakçılığı ve kara para aklama suçlarından tutuklanan bir kişinin, ilk duruşmada serbest kalmasının ardından sosyal medyada takipçi sayısının iki yüz elli bin artması, milletimizin ne denli çürüdüğünün basit bir örneği değil midir?
Atatürk ismi geçtiği için teğmenlere zulmeden bir sistemin, parası olana ağam-paşam muamelesi yapması... Ekonomimiz, eğitimimiz, tarım ve hayvancılığımız bozuk. Bunların hepsi Kurtuluş Savaşı'nda da bozuktu, ama kısa zamanda toparlanıldı. Şimdi yine aklı başında bir idare ile toparlanabiliriz. Ancak, toparlanamayacak olan şey millet olarak bozulan karakterimizdir: Vicdanımız, insafımız, merhametimiz, dürüstlüğümüz, vatan sevgimiz, cesaretimiz ve adalet duygumuz. Bunlar fabrikada üretilen şeyler değildir; yenilenemez, düzeltilmesi zordur. İşte bu yüzden, milletimizin vücudunu saran bu ilaçsız hastalıklar, en büyük tehlikemizdir. İşimiz zor dostlarım. İlacını Tanrı’dan dilesek, benim bildiğim Tanrı bu kadar yozlaşmış bir topluma yardım etmez. Belki Nuh Tufanı benzeri bir tufanla "ödüllendirir."
Ümit Şevki Somyürek
Yorum Yazın