Hayatta bazı insanlar vardır; kendilerini diğerlerinden üstün görür, nezaketi zayıflık, iyiliği saflık sanırlar. Birine el uzattığınızda bunu bir çıkar hesabı gibi değerlendirir, samimiyeti sorgularlar. Oysa insanlık, bireysel hırslarla değil, dayanışmayla büyür.
Gazeteci ve yazar olarak toplumdaki değişimleri, insanların birbirleriyle kurdukları ilişkileri gözlemliyorum. Özellikle son yıllarda, kibirin akıl sanıldığına, gerçek dostluğun azaldığına sıkça tanık oluyoruz. Birlikte yola çıkanların, en küçük sarsıntıda nasıl savrulduğunu, menfaatleri bitince nasıl yok olduklarını görüyoruz. “Her zaman yanındayım” diyenlerin, zor zamanlar geldiğinde nasıl sessizce uzaklaştıklarını görmek, artık şaşırtıcı bile değil.
İlginçtir ki, psikoloji araştırmaları da benzer bir gerçeği ortaya koyuyor: Zor zamanlarda sorumluluk almak yerine kaçmayı seçenler, genellikle kendi vicdanlarını rahatlatmak için başka gerekçeler bulur. Bahaneyi dışarıda arar, suçu koşullara, zamana, hayatın getirdiklerine yüklerler. Oysa asıl sebep çoğu zaman başkadır. Sığınacak yeni bir liman bulanlar, geride bıraktıklarının ne yaşadığını düşünmezler bile. Sanırlar ki, kendileri kaybolup giderken ardında kalanlar ne olup bittiğini fark etmiyor. Ama yanılırlar. Çünkü kadın sezgisi, yitirilen sadakatin ve değişen niyetlerin farkına varır, sadece elinden bir şey gelmez.
Peki ya sonrasında? Bunu da bilim söylüyor: Sorumluluktan kaçıp kendi huzurunu önceleyenler, uzun vadede tatminsizlikle karşılaşıyor. Çünkü yeniye duyulan heyecan geçicidir, bir zamanlar bırakıp gittiklerinin gölgesi hep arkalarından gelir. Geride bırakılan gözyaşları, hiç hissetmediklerini sandıkları bir boşluğu oluşturur. Mutluluk sanılan şey, aslında bir kaçışın yorgunluğudur.
Bu yüzden ne kadar uzağa giderlerse gitsinler, ne kadar yeni başlangıçlar yaparlarsa yapsınlar, içlerinde hep eksik kalan bir şey olacaktır. Çünkü gerçek mutluluk, ardında enkaz bırakmadan yürüyebilmektir.
Yorum Yazın