Bir sabah vapurundasınız. Elinizde bir simit, yanınızda ince belli bir bardakta çay. Dalgalar iskeleye dokunuyor, martılar alçaktan uçuyor, rüzgar alıştığınız gibi değil ama tanıdık. İşte o anda anlıyorsunuz; İstanbul, tam burada, bu ikilinin arasında var oluyor.

Simit ve çay… Bir dönemin ortak diliydi bu ikili. Fakirlik değil, sadelikti simitteki susamın anlamı. Çayın demi, sohbetin rengiydi. Parkta, iskelede, okul bahçesinde, banka oturan iki kişi birbirine “simit alalım mı?” diye sorar, sonra da bölüşür, ikiye değil belki dörde… Herkesin ulaşabildiği bir lezzetti çünkü. Herkesin hakkıydı.
Ama bugün?
Bugün simit 20 lira. Çay da öyle. Yan yana geldi mi 40 lira. İki kişiysen 80. Yanında çocuğun varsa, düşün artık… Ve dahası var: Fırıncılar simitin 30 lira olmasını istiyor. Çünkü un pahalı, susam ithal, kira yüksek, elektrik ayrı dert. Evet, haklılar. Ama vatandaş da haklı. Çünkü maaş aynı hızla artmıyor. Emekli aylığıyla, asgari ücretle sadece karnını değil, şehrin hatırasını da doyurmaya çalışıyorsun. Olmuyor.
Eskiden "simit bile lüks olur mu?" deseler gülerdik. Şimdi kimse gülmüyor. Çünkü bu, artık bir espri değil. Gerçek. Acı, sert, ama tam ortada. Simit bile alınamıyorsa, bu şehirde neye erişilebilir?
Çünkü simit sadece simit değil. Çay da çay değil. Bu ikisi, İstanbul’un hafızası. Vapurun arkasında uçan martının gözü, o çocuğun elindeki simittedir. Ama artık çocuk simidi martıya atamıyor. Çünkü o simit, artık "hesap" demek. Atılmaz, bölünmez, paylaşılmaz hale geldi. Martılar bile sustu. Oysa bir zamanlar onların çığlığı şehre şiir gibi karışırdı.

İstanbul, bir simidin etrafında kurulan hikâyeleriyle büyüyordu. Şimdi o hikâyeler, parayla susturuluyor. Simidin yok oluşu, kültürün silinmesidir. Çayın pahalanması, sohbetin eksilmesidir. Sadece mideler boşalmıyor artık; banklarda oturanların hikâyeleri de eksik. Çünkü fiyatlar yükseldikçe, insanlık geriye çekiliyor.
Peki çözüm yok mu?
Olmaz olur mu. Önce bu şehrin belleğine sahip çıkmalıyız. Belediyeler, fırıncılar, halk birlikte düşünebilir. Simit ve çay, en azından öğrenciler ve emekliler için sembolik fiyatlara çekilebilir. Semt pazarlarında, okul kantinlerinde, vapur büfelerinde "şehir mirası menüsü" gibi uygulamalar denenebilir. Çünkü bu artık sadece ekonomi değil, bir değer meselesidir. Kültürü korumak, tarihi restore etmek kadar kıymetlidir.
İstanbul’un hafızası, müzelerde değil sokaktadır. Bir bardak çayın buğusunda, bir simidin susamında, bir martının bakışındadır. Eğer bu ikili kaybolursa, sadece tatlar gitmez. Şehir de susar.
Ama hâlâ simitini ikiye bölüp yanındakine uzatan birileri varsa…
Bir bardak çayı soğumadan paylaşanlar varsa…
İstanbul hâlâ yaşıyor demektir.
Ve biz hâlâ hatırlıyoruz.
Yorum Yazın