Türkiye'deki Ekonomik Durumun Bilimsel Değerlendirmesi ve Çözüm Önerileri
Güven Albayrak
Türkiye ekonomisi son yıllarda sürekli gündemde olan enflasyonist baskılarla karşı karşıya kalmıştır. Enflasyon düşüşünün halkın refahını artıracağına yönelik yanlış algıların ekonomi politikalarında da yansımasını bulan bu durum, bilimsel açıdan birkaç temel hataya dayanmaktadır. Türkiye'deki ekonomik politikaların doğru bir bilimsel temele oturması ve halkın refahının kalıcı olarak iyileştirilmesi için daha sürdürülebilir ve kapsamlı bir yaklaşım gerekmektedir.
Bu yazıda, Türkiye’de yapılan mali hatalar ile halkın refahını artırmaya yönelik bilimsel ve ekonomik çözüm önerilerine değineceğiz.
Bilimsel Yanlışlar
Enflasyonun Düşmesiyle Refah Artışının Eşdeğer Görülmesi:
Enflasyonun düşmesi, fiyatların azalması anlamına gelmez. Enflasyon oranı, fiyat artış hızının yavaşlamasını ifade ederken, fiyat seviyesinin düşmesi anlamına gelmemektedir. Fiyatlar belirli bir seviyeye ulaştığında, enflasyon düşse bile bu fiyatlar yükselmiş düzeyde kalmaya devam eder. Bu noktada yapılan yanlış, enflasyonun düşmesiyle refah artışının doğrudan bağlantılı olduğu algısıdır. Ancak bilimsel olarak bakıldığında, refah artışı için esas önemli olan, gelir artışının enflasyon oranından daha yüksek olmasıdır.
Fiyatlama Davranışlarındaki Sapmaların Göz Ardı Edilmesi:
Türkiye’deki fiyatlama davranışları, ekonomik belirsizlikler ve mali politikalardaki eksiklikler nedeniyle dengesiz bir yapıya bürünmüştür. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in açıklamalarında da belirtildiği üzere, enflasyonun kontrol altına alınması uzun vadede hedeflenirken, kısa vadede fiyatların artmaya devam edeceği ifade edilmektedir. Bu noktada bilimsel olarak yanlış olan, fiyat istikrarının sağlanmamasına rağmen gelir artışlarının refah sağlayacağına yönelik beklentidir.
Gelir Dağılımındaki Bozulmanın Görmezden Gelinmesi:
Şimşek’in de belirttiği gibi, enflasyon gelir dağılımını bozan en önemli etkenlerden biridir. Özellikle sabit gelirli bireylerin enflasyon karşısında korumasız kaldığı bir ekonomi yapısında, gelir dağılımında adaletin sağlanmaması, toplumsal refahı doğrudan etkilemektedir. Bu durum, bilimsel bir perspektiften bakıldığında, ekonomik büyümenin adil bir şekilde dağıtılmadığı bir sistemde sürdürülebilir refahın mümkün olmadığını göstermektedir.
Ne Yapılmalı? Bilimsel Çözüm Önerileri
Enflasyonla Mücadelede Sürdürülebilir Para ve Maliye Politikaları:
Enflasyonun kontrol altına alınması, doğru mali ve para politikalarıyla mümkündür. Ancak bu politikalar, yalnızca enflasyonu düşürmekle sınırlı kalmamalıdır. Enflasyon düştüğünde dahi fiyatlar yüksek bir seviyede kalacağı için, temel amacın halkın gelirini artırarak alım gücünü yükseltmek olması gerekmektedir. Büyüme odaklı maliye politikaları, vergi indirimleri ve istihdam teşvikleriyle desteklenmeli, özellikle düşük gelirli kesimlerin refahını artıracak sosyal politikalar devreye sokulmalıdır.
Gelir Artışının Enflasyonun Üzerinde Gerçekleşmesi:
Refah artışının sağlanabilmesi için maaş ve ücret artışlarının enflasyon oranının üzerinde gerçekleşmesi gereklidir. Bu durum, enflasyondan doğan satın alma gücü kaybını telafi etmenin yanı sıra, toplumun geniş kesimlerine refah sağlamanın en etkili yoludur. Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerde, asgari ücret politikalarının enflasyon üzerinde düzenli olarak revize edilmesi bu açıdan kritik bir adım olacaktır.
Fiyat İstikrarı İçin Güvenilir Bir Para Politikası:
Fiyatların kontrol altına alınabilmesi için, Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadelede bağımsız ve güvenilir bir politika izlemesi gereklidir. Enflasyon hedefleri uzun vadeli olmalı ve piyasa oyuncularına güven verecek bir para politikası oluşturulmalıdır. Merkez Bankası, fiyat istikrarını sağlamak amacıyla para arzını ve faiz oranlarını bilimsel veriler ışığında düzenlemeli, hükümet müdahaleleriyle bu sürecin sekteye uğraması engellenmelidir.
Vergi Politikalarının Yeniden Gözden Geçirilmesi:
Enflasyonun yarattığı adaletsizliklerin başında dolaylı vergilerin toplumun her kesimini orantısız bir şekilde etkilemesi gelmektedir. Özellikle KDV, ÖTV gibi dolaylı vergilerin yüksek oranlarda tutulması, dar gelirli kesimlerin üzerinde büyük bir yük oluşturmaktadır. Bu vergilerin yeniden düzenlenmesi ve daha adil bir vergi sistemi geliştirilmesi, gelir dağılımındaki dengesizliği azaltacaktır. Özellikle düşük gelirli gruplara yönelik vergi indirimleri ve sosyal yardımlar genişletilmelidir.
Üretim Odaklı Bir Ekonomiye Geçiş:
Enflasyonun kalıcı bir şekilde düşürülmesi ve fiyat istikrarının sağlanabilmesi için, Türkiye’nin ithalata dayalı büyüme modelinden üretim odaklı bir ekonomik modele geçiş yapması gerekmektedir. Bu süreçte tarım, sanayi ve teknoloji alanlarında yerli üretimin teşvik edilmesi, ithalata olan bağımlılığı azaltacak ve enflasyonist baskıları hafifletecektir. Yerli üretimin artması aynı zamanda istihdamı artıracak, işsizlik oranlarının düşmesiyle birlikte halkın gelir seviyesinin yükselmesine katkıda bulunacaktır.
Sonuç
Türkiye’de halkın refahı ve alım gücünü artırmak için enflasyonun düşmesi tek başına yeterli değildir. Bilimsel olarak doğru bir ekonominin temel taşları, gelir artışının enflasyonun üzerinde seyretmesi, fiyat istikrarının sağlanması ve gelir dağılımının adaletli bir şekilde düzenlenmesidir. Enflasyonun düşmesi, ancak fiyat istikrarı sağlandığında ve gelir artışı sürdürülebilir bir düzeye geldiğinde halkın refahını artırabilir.
Bununla birlikte, sürdürülebilir büyüme ve refah artışı ancak kapsamlı reformlarla mümkündür. Türkiye'nin, üretim odaklı bir ekonomi yapısını benimsemesi, adil bir vergi sistemine geçiş yapması ve fiyat istikrarını sağlayacak güvenilir bir para politikasını hayata geçirmesi, toplumsal refahı artırmada kritik rol oynayacaktır.
Sonuç olarak, refah artışı yalnızca ekonomik büyüme ile değil, bu büyümenin adil ve dengeli bir şekilde topluma yansımasıyla mümkündür.
Yorum Yazın