Artık evlerin sessizliği bile değişti.
Bir zamanlar yemek masasında çatal bıçak seslerine karışan sohbetler vardı; şimdi o masada telefon ekranlarının mavi ışığı yankılanıyor. Herkes orada ama kimse birbirine bakmıyor. Anne bir şey anlatıyor, baba başını kaldırmadan “evet” diyor, çocuk başka bir evrende — parmaklarının ucunda başka bir dünya dönüyor.
Teknoloji, insanın kaderine yazıldı artık. Ama mesele, gelişmeye direnmek değil; insanın kendi içindeki dengeyi yitirmemesi. Sosyal medya, bir iletişim aracı olmaktan çıktı, kimliğin aynasına dönüştü. Fotoğraflar, videolar, beğeniler… Hepsi bir varlık ispatı gibi. “Buradayım” demenin yeni yolu bu. Fakat ironik olan şu: Herkes görünür oldukça birbirini daha az duyuyor.
Ebeveynler şaşkın, çünkü çocuklarının dilini artık tam anlayamıyor. Onlar “like” diyor, anne “beğeni” ne demek diye soruyor. Baba “filtre” sanıyor, anne “reel” kelimesini ilk kez duyuyor. Bir kuşak teknolojiyle büyüdü, diğeri teknolojiyle baş etmeye çalışıyor. Aradaki fark sadece çağ farkı değil; anlam farkı.
Eskiden çocuklar oyun oynarken düşerdi, şimdi bağlantı kopunca ağlıyorlar.
Eskiden dostluklar mektup gibi beklenirdi, şimdi mesajlar okunuyor ama cevap verilmiyor.
Dijital çağ, hızın konforunu getirirken duyguların ağırlığını aldı elimizden.
Ama bu tabloya sadece hüzünle bakmamak gerekir. Çünkü değişim kaçınılmaz. Mesele, insan kalabilmeyi öğrenmek. Ekranların ardında bile sevgiyi, saygıyı, sabrı hatırlamak. Teknolojiye değil, birbirimize temas etmeyi unutmamak.
Bugün bir anne, oğlunun dijital dünyasında kendine yer bulamıyor diye üzülüyor olabilir. Ama belki de o çocuk, başka bir evrende dünyayı tanımayı, düşünmeyi, üretmeyi öğreniyordur. O hâlde asıl mesele, kopmak değil, anlamak.
Yeni dünyanın dilini öğrenmek, köprü kurmak. Çünkü her çağda olduğu gibi, bu çağda da insanın en temel ihtiyacı aynı: bir ses tarafından duyulmak.
Güven Albayrak
Yorum Yazın