Kendisiyle Uyum İçinde Yaşayan, Evren ile Uyum İçinde Yaşar
(Marcus Aurelius’un Felsefesi Üzerine Bir Deneme)
Güven Albayrak – Edebiyat Magazin
Zihninde yankılanan şu sözlere kulak ver: "Kendisiyle uyum içinde yaşayan, evren ile uyum içinde yaşar." Marcus Aurelius’un bu özlü ifadesi, sanki bin yıllık zamanın karanlığını yararak bize ulaşıyor. Bir Stoacı’nın yalın, ama bir o kadar derin hakikat arayışına tanıklık ediyoruz. Bu cümle, insanın kendi varlığıyla barış içinde olmasının, evrenin sonsuz düzeniyle de barış anlamına geleceğini fısıldıyor. Peki, böyle bir uyum nasıl mümkün olur? Kendimizle uyum içinde yaşamak ne anlama gelir?
Marcus Aurelius, bir imparator olarak omuzlarında dünyanın yükünü taşırken, bir filozof olarak zihninde insan olmanın anlamını taşır. O, dış dünyanın kaosuna karşı bir tür içsel düzen önerir: İnsanın kendi doğasıyla barışması. Bu barış, modern insanın sık sık unuttuğu bir şeydir. Çünkü günümüz insanı, hayatını başkalarının çizdiği yollar üzerinde, kendini bile tanımadan tüketir. Reklam panolarının parlak ışıkları, ekranlardan fışkıran sahte mutluluk vaatleri, insanı kendi özünden uzaklaştırır. Oysa Aurelius, bizi bu yabancılaşmaya karşı uyarır. Kendine dön, der. Yalnızca kendin olmayı öğren ve bunu yaparken doğanın parçası olduğunu unutma.
Kendisiyle uyum içinde yaşamak, bir tür içsel ahenk kurmak demektir. Bu ahenk, insanın kendi tutkularını, korkularını ve zaaflarını tanımasıyla başlar. Stoacı anlayışta, erdem, insanın kendi aklıyla tutkuları arasındaki savaşı kazanmasıdır. Tutkularını tanıyan ve onları kontrol altına alan biri, adeta içsel bir düzen kurar. Bu düzen, evrenin büyük döngüsel yasalarıyla uyumlu hale gelir. Çünkü Aurelius’a göre, insanın doğası evrenin doğasının bir parçasıdır.
Evren, bir kaos değil; aksine sonsuz bir düzenin tecellisidir. Gündoğumu, bir nehrin akışı, bir ağacın rüzgârda dans edişi... Hepsi bir ahengin parçalarıdır. Biz, bu düzenin içine doğmuş varlıklarız. Ancak modern insan, doğanın sesini duymaktan çok uzaktır. Şehirlerin beton blokları, zihinlerimizi tutsak eden dijital hayatlar ve sürekli bir şeylere yetişme telaşı, bizi doğanın ritminden koparır. İşte Marcus Aurelius’un cümlesi burada bir uyanış çağrısıdır. Eğer insan, kendi içsel kaosunu dindirirse, evrenin melodisine kulak verebilir. Çünkü evren, bizim ona verdiğimiz savaşlarla değil; onunla kurduğumuz uyumla anlaşılır.
Belki de bu yüzden, “kendisiyle uyum içinde yaşamak” bir tür cesaret işidir. İnsan, kendi kusurlarını kabul etmeye ve onlarla yaşamaya cesaret etmelidir. Marcus Aurelius, hataların insanın özünde olduğunu bilir. Ona göre, kusursuz olmaya çalışmak değil; kusurların farkında olarak erdeme yaklaşmak önemlidir. Erdem, kendi içinde bir denge kurabilmektir. Bu denge, evrenin devinimindeki ahenkle birleşir. Tıpkı bir nehrin akışına kapılan bir yaprak gibi; insan, doğanın yasalarına direnmek yerine onunla birlikte hareket eder.
Günümüz dünyasında Marcus Aurelius’un bu düşünceleri, bir tür rehberlik sunar. İnsan, sosyal medyanın sahte parıltısında ya da kapitalizmin bitmek bilmeyen tüketim döngüsünde kaybolmak yerine, içsel huzuru arayabilir. Bu huzur, dışarıda değil, içeridedir. İnsan, kendi içinde bir düzen kurduğunda, doğanın düzeniyle birleşir. Çünkü Aurelius’un dediği gibi, kendisiyle uyum içinde yaşayan, evrenle uyum içinde yaşar.
Bu sözü, sadece okumak değil; hissetmek ve yaşamak gerekir. Belki de her gün, kendimize şu soruyu sormalıyız: “Kendi varlığımın ahengini bulabildim mi?” Cevap evet ise, o zaman evrenin sonsuz ritmiyle dans ediyoruz demektir. Ve o dans, insanın özgürleşmesinin en saf halidir.
Yorum Yazın